15 Ağustos 2011 Pazartesi

Gülümsemek için on üç, kaşımızı çatmak içinse yüz on iki kasımızı kullanırız! Kasma neden zorlanasın...? :)

Rahat ol, gülümse ve sürekli gülümsemeye çalış…


 

 Daha İyi İletişim İçin 7 Yöntem..

Hayatımızda gösterdiğimiz başarının tam olarak % 85?i bizim sosyal becerilerimize bağlıdır! Bu da, diğer insanlarla olumlu bir şekilde iletişim kurabilmemiz ve hedeflerimize ulaşmada onların bizimle işbirliği yapmalarını sağlayabilmemiz tarafından belirlenir!

Başkalarıyla geçinememek, başarısızlığın, asabiyetin ve mutsuzluğun ana nedenidir! hayatımızdaki mutlulukların çoğu,diğer insanlarla aramızdaki başarılı ilişkilerden, sorunlarımızın çoğu da onlarla olan mutsuz ya da başarısız ilişkilerden doğmaktadır! Kısaca, hayatta karşılaştığımız problemlerin çoğu, insanlarla ilgilidir!

İyi olan şey, diğer insanlarla iyi ve güzel geçinme konusunda olağanüstü bir beceriye kavuşabilmenin mümkün olmasıdır!

Diğer insanlarla iyi geçinmeyi geliştirmemiz için uygulayabileceğ imiz ve buna psikolojik olarak hazırlanmamızı sağlayacak olan yedi olumlu ve yapıcı davranış modeli vardır! Bunların her biri diğer insanların bilinçaltı ihtiyaçlarıyla uyumludur ve kendilerini önemli, değerli ve saygın hissetme ihtiyaçlarına hitap etmektedir! Bu bilinçaltı ihtiyaçlar, erken çocukluk döneminde oluşmuşlardır ve onları tatmin edebildiğimizde, insanların bizi ne kadar çok sevdiklerini görünce şaşırır ve Dolaylı Çaba Yasası?yla kendimizi ne kadar çok sevdiğimizin farkına varırız!

1. Kabullenelim!

Kişilerin kendilerine verdikleri değerin artmasını sağlayan birinci davranış şekli, kabullenme konusu üzerinde çalışmaktır! Her birimiz diğer insanlar tarafından kabullenilmeyi istemeye şartlandırılmışızdır! Yeni doğmuş bir bebek bile annesinin veya babasının yüzüne seviliyor, sayılıyor, isteniyor, önemli, komik ya da zeki olup olmadığını öğrenmek için bakar! Büyürken, gelişimimizin nasıl olduğunu anlamak için diğer insanların yüzlerine bakarız! Diğer kişiler ve hatta tanımadığımız insanlar tarafından kabullenilmenin derin ihtiyacına sahip bulunuruz!

İki insan birbiriyle karşılaştırıldığında, aralarında kurulması gereken birinci öncelikli bağ, belli bir derecedeki bir kabullenmedir! Karşımızdaki insanın bizi kabul edip etmediğini ve varlığımızdan mutluluk duyup duymadığını görmek için onun gözlerine, gülümsemesine, yüzüne ve beden diline bakarız! Karşımızdaki tarafından kabul edildiğimizde, kendimizi rahatlamış hissederiz!

Pek çok sosyal probleme, kendi ölçülerine göre başkaları tarafından kabul edilmek için çırpınan insanlar ve gruplar neden olmaktadır! İçten ve samimi bir şekilde karşımızdaki insanı şartsız olarak kabul ettiğimizi belirttiğimizde onun kendine verdiği değeri önemli ölçüde yükseltiriz, ayrıca kendisini rahatlamış ve güvende hissetmesini sağlarız!

Sadece Gülümseyelim!

Karşımızdaki kişiyi kabullendiğimizi göstermek için sadece gülümseyelim! Gülümsemek için on üç, kaşımızı çatmak içinse yüz on iki kasımızı kullanırız! Bir başka insana gönderdiğimiz içten bir gülümseme çok şey anlatır ve: ?Seni olduğun gibi ve şartsız kabul ediyorum!? anlamına gelir! Başka bir insana gülümsediğimizde, onun kendisini değerli, önemli ve anlamlı hissetmesini sağlarız! O kişi kendini daha iyi hisseder! Bunun tek kaynağı ise, basit bir gülümsemedir ve bu, içten gelen bir sıcaklığın ifadesidir!

Bir Çin özdeyişi der ki: ?Gülümsemeyi bilmeyen insan dükkan açmamalıdır!? Satış elemanları, iş adamları, geçimini patronluktan veya başkalarının desteğinden sağlayan herkesin ilişkilerinde diğer insanları kabullenmeyi öğrenmesi gerekir!

Evrensel yasalar, gülümseyerek ve olumlu bir şekilde selamlayarak insanların kendilerini iyi hissetmelerini sağladığımız takdirde, onların da bize karşılığını vermek üzere aynı şekilde davranacakları nı söyler! En önemli şey, sevilmektir! İnsanlar bizi sevdiklerinde, bizimle işbirliği yapmak üzere daha istekli olurlar! Sevilmenin başlangıç noktası ise, diğer insanları sevmemizdir! Bir diğer insanı sevdiğimizi ifade etmenin en basit yolu da, karşılaştığımızda ona sıcak ve gönülden bir şekilde gülümsemektir!

Gülümsemenin en zor olduğu an, içimizden gelmediği zamandır! Ancak, kendimizi iyi hissedebilmek için rol yapabiliriz! Olumlu duygular hissetmesek bile birkaç dakikalığına karşılaştığımız insanlara içten bir şekilde gülümsemeye çalışırsak kendimizi yeniden daha iyi hissetmeye başlarız! Olumsuzluk bulutları da böylece dağılır! Zaman içinde gülümseyişimiz daha da içten bir hale gelir! Kendimize verdiğimiz değer, başkalarının kendilerine verdikleri değeri yükseltmek için göstereceğimiz çabayla yükselir ve bunu, sadece gülümsemeyle başarmak da mümkündür!

2. Yöntem: Anlaşması Kolay Bir İnsan Olalım!

Daha iyi insan ilişkileri yolunda ikinci yöntem, anlaşması kolay bir insan olmaktır! İnsanlar, pek çok değişik konuyu kolayca ve serbestçe tartışabilecekleri, kolay anlaştıkları insanların yanında olmayı isterler! Bizimle konuşan bir insanı başımızla onayladığımızda, gülümsediğimizde veya onunla aynı fikirde olduğumuzu söylediğimizde, o kişi kendini daha değerli, saygın ve önemli hisseder!

Anlaşması kolay bir tavır, diğer insanların kendilerine verdikleri değeri yükseltir! Anlaşmazlık ise, bunu düşürür! İnsanlarla anlaşmazlığa düştüğümüzde ve tartıştığımızda, onların bilgileri ve zekalarıyla mücadele etmiş oluruz! Onlara hatalı olduklarını, yargılarının ve deneyimlerinin çok da değerli olmadığını, bunun bir uzantısı olarak da kendilerinin değersiz olduğunu ima etmiş oluruz!

Hatalı olmaktan nefret etmek, insan tabiatının bir gerçeğidir! Bir konuda hatalı olmak, kişiliğimizin de bir şekilde hatalı olduğunu hissettirir bize! Bundan dolayı kendimize verdiğimiz değer darbe alır! Kendimizi yetersiz ve ufalmış hisseder, değersiz ve eksik görürüz!

Bir başkasına onun hatalı olduğunu veya yanlış yaptığını söylediğimizde, alacağımız cevap savunma ve sertlik şeklinde olacaktır! Kendimize verdiğimiz değer genelde çok kırılgandır ve bize hatalı olduğumuz söylendiğinde, onu hemen bedeli ne olursa olsun koruma ve gözetim altına almaya çalışırız!

Kendisiyle kolay anlaşılan bir insan olalım! Şu sözleri hatırlayalım: ?Zıtlıkları aşmanın yolu, onlarla anlaşmaktan geçer!? Kolay anlaşılabilir bir insan haline geldiğimizde, diğer insanların bize yardım etmelerinde ve bizimle geçinmelerinde çok daha az dirençle karşılaşırız! Karşımızdaki insan, elimizdeki gerçeklere göre bariz bir şekilde hatalı olsa bile, kendimize şu soruyu soralım: ?Bu ne kadar önemli bir şey?? Eğer önemli değilse, anlaşmazlık yolunu seçmektense bırakalım gitsin!

Tartışmaktan Vazgeçelim!

Şöyle denir: ?Kendi iradesinin tersine olarak herhangi bir şeye inandırılan kimse, aslında hala kendi fikrine inanıyordur! İkna etmede önemli bir soru vardır: ?Burada önemli olan ne??

Her zaman kendimize şunu soralım: ?Doğru mu olmak istiyorum, yoksa mutlu mu?? Ve mutluluğu seçelim!

Doğru olmadığımızı söyleyen birisine karşı takınacağımız en iyi tavır, onu fazla önemsememektir! Ancak bir nedenle konu, geçiştirilemeyecek derecede önemliyse, adına ?üçüncü kişiyi devreye sokma? denilen metodu kullanarak, hala anlaşması kolay bir kişi kalabiliriz! Bu metod yardımıyla, üzerinde tartıştığımız konunun sorun yaratan noktalarını hayali ve orada bulunmayan bir üçüncü şahsız ağzından şu şekilde dile getirebiliriz: Bu nokta çok ilginç, bu soruyu birisi sana soracak olsaydı nasıl cevaplardın?? Sonra da sorumuzun cevabını, bir başkası veriyormuş gibi verelim!

Örneğin: ?Bu yaptığımızı bilselerdi, müşterilerimiz ne düşünürlerdi?? veya ?Böyle bir eyleme geçmemize bankacılarımız nasıl bakardı?? sorularını sorabiliriz! Böylelikle kafamızdaki soruları sorarken bile hala kolay anlaşabilen ve iyi geçimli bir insan olmaya devam edebiliriz! Bizim kullanacağımız sözcükleri bir başkasının konuşmasını sağlamamız bunun için yeterli olacaktır!

Bu metodun faydası, eğer kişinin iyi bir cevabı varsa, kendisiyle anlaşılamayan birisi olmak zorunda kalmaksızın cevabı almış olmamızdır! Şayet diğer kişi, soruya cevap veremezse, itibarını kaybetmeksizin fikrini değiştirebilir, çünkü soruyu soran kişi orada değildir ve egosu da işin içine girmemiştir!

Kendisiyle kolay anlaşılan ve geçinilen bir insan olmaya karar vermemiz, stres seviyemizi düşürecek ve diğerlerinin bize yardım etmesini sağlayan etkileme düzeyimizi yükseltecektir!

3. Yöntem: Hoşnutluğumuzu İfade Edelim!

Diğer insanların kendilerine verdikleri değeri yükseltmenin üçüncü adımı, hoşnutluğumuzu göstermektir! İnsan tabiatının en derin ihtiyaçlarından birisi de hoşnut olunma isteğidir! Bir kişinin başarmış olduğu bir şeyden dolayı olan hoşnutluğumuzu ifade ettiğimiz her seferde, o kişinin kendisini daha değerli, daha becerikli ve deha önemli hissetmesini sağlamış oluruz!

?Teşekkür ederim? cümlesi, hoşnutluğumuzu ifade eden en basit sözcüklerden oluşmuştur! Bunlar dilimizdeki en basit, ama en güçlü ifadeler olarak yer alırlar! Nereye gidersek gidelim ?lütfen? ve ?teşekkür ederim? sözcükleriyle ülkenin yarısını etkilememiz mümkün olmaktadır!

?Teşekkür Ederim? Diyelim!

?Teşekkür Ederim? sözcüklerinin inanılmaz bir gücü vardır! Onları söylediğimiz her seferde, karşımızdakinin kendine verdiği değeri yükseltiriz! Bu sözcükler onun davranışlarını güçlendirir ve mükafatlandırır! Ağzımızdan çıkan ?teşekkür ederim? sözcükleri karşımızdaki kişilerin olumlu duyguları tekrar yaşamalarını sağlar! Küçük şeyler için ?teşekkür ederim? dediğimizde, insanlar çok geçmeden bizim için büyük şeyler yapmaya başlarlar!

Yaptıkları ve söyledikleri her şeyden dolayı insanlara teşekkür etme alışkanlığı edinelim! Eşimizin bize yaptığı her şey için onlara teşekkür edelim! Çocuklarımızın evde yaptıkları her şey için onlara teşekkür edelim! Eşimize ve çocuklarımıza ne kadar çok teşekkür edersek, onlar da kendilerini o kadar olumlu ve mutlu hissederler! Ondan sonra da bizim hoşnutluğumuzu kazanmak için daha fazla bir şeyler yapmaya istekli olurlar!

Gün boyunca, bizim için iş yapan insanlara teşekkür edelim! Bize randevu verenlere teşekkür edelim! Zamanlarını bize verdikleri için teşekkür edelim! Yorumları için teşekkür edelim! Yardımları için teşekkür edelim! Düşünebildiğimiz her şey için teşekkür edelim!

?Teşekkür ederim? notları yazalım! Bunlar, şimdiye keşfedilmiş olan en güçlü saygı uyandırıcı ve ilişki inşa edici notlardır! Birisine ?teşekkür ederim? notu yazdığımızda, içinde birkaç kelime bile bulunsa, o kişi bizi aylar, hatta yıllar boyunca olumlu bir şekilde hatırlar! ?Teşekkür ederim? dediğimiz farklı şeylerin sayısı ve diğer insanlara karşı ifade ettiğimiz farklı şeylerin sayısı ve diğer insanlara karşı ifade ettiğimiz farklı hoşnutluk tarzımızla kendimizi herkesten ayrı bir yere koyabiliriz!

Hoşnutluk tutumu geliştirelim! En mutlu ve en popüler insanlar, başlarına gelen her şeyden ve tanıştıkları herkesten içtenlikle hoşnut ve razı olanlardır! Böylesi bir tutum, önümüzdeki yolumuzu açar, sağlıklı bir kişiliği ve yüksek bir kendine saygıyı garantiler! Sahip olduklarımızdan ne kadar hoşnutsak, şükran dolu olacağımız şeylerin sayısı da o denli çok olur!

4. İnsanları Her Fırsatta (İçtenlikle)Övelim!

Diğer kişilerin kendilerine verdikleri değeri yükseltmenin ve onlara kendilerinin önemli olduklarını hissettirmenin dördüncü yolu, mümkün olan her durumda ve olayda (içtenlikle) övmektir! Övmek veya yüceltmek, insanların kendilerini mutlu ve onurlu hissetmelerini sağlayan en emin ve hızlı yöntemlerden birisidir! İnsanları övmek ve onaylamak, onların kendilerine verdiği değeri yükselten, davranışlarını güçlendiren ve bize yardım etmeyi ya da bizimle iş birliği yapmayı arzu etmelerini sağlayan en güvenilir yoldur!

Kişinin kendisine verdiği değerin bir tanımı da, onun kendisini ne derece övülmeye değer bulduğu şeklinde yapılır! Övgü alan bir kişinin kendine verdiği değer sıcak bir gündeki termometrenin civası gibi yükselir! Gün boyunca en azından bir dakikalık övgüler yapalım ve bunun için de insanları doğru bir şey yaparken yakalayalım! Bunu daha fazla yaptıkça, övdüğümüz kişiler kendilerini gitgide daha da etkin ve yetenekli hissedecekler ve övgüye layık oldukları davranışlarını tekrarlama olasılıkları artacaktır!

Olumlu Övgünün Üç Sırrı

Övgü bir sanattır! Büyük liderler, başarılı iş adamları ve mükemmel ana babalar övgüyü doğru biçimde yaparlar! Övgülerimizden maksimum faydayı sağlayabilmek için uygulayacağımız üç tane yöntem bulunur!

Birincisi, övgüyü sıcağı sıcağına yapmalıyız! Bir davranışı veya eylemi ne kadar çabuk översek, etkisi de o denli büyük olur! Bazı şirketler çalışanlarının değerlerini her üç ayda ya da yılda bir defa takdir etme hatasına düşerler! Övgümüzü olay geçtikten çok sonra yaptığımızda, duygular ve gelecekteki eylemler üzerindeki etkisi daha az olur! İşte bundan dolayı, övgülerimizi hemen veya mümkün olan en kısa zamanda yapalım!

İkincisi, belirgin bir şeyi övmeliyiz! Belirli bir eylemi veya davranışı övdüğümüzde, o davranışın veya eylemin tekrarlanması nı garantiye almış oluruz! Övgümüz, bazı insanların yaptığı gibi genel olursa, alıcı üzerindeki etkisi az olur!

Çocuklarımızı överken de aynı prensip geçerlidir! ?Sen harika bir çocuksun? demek yerine: ?Bu sabah, yatağını yapmada ve odanı temizlemede harika bir iş çıkardın!? tarzındaki belirgin başarılar üzerine yaptığımız övgüler, onların bu davranışlarını tekrarlamaları nı sağlayacaktır! Kural şudur: Tekrarlanması nı istediğimiz şeyleri övelim, övgümüzü sıcağı sıcağına yapalım ve belirgin bir eylemi veya davranışı övelim!

Üçüncüsü, kişileri (mümkün olan her durumda) toplum içinde övelim! Bir insanın hatasını düzeltmek istediğimizde, bunu özel olarak yapalım, ama onu diğerlerinin önünde övelim! Diğer insanların önünde onları ne denli çok översek, kendilerine verdikleri değeri ve itibarlarını o denli artırmış oluruz! İş arkadaşlarının önünde ve büyük bir topluluk içinde yapılan takdirlerin ve verilen ödüllerin, bunu takip eden davranışlar üzerinde büyük etkisi vardır!

İnsanlar para kazanmak için çok sıkı bir şekilde çalışabilirler, fakat daha fazla övgü ve takdir için, yerde sürünmeye bile razı olurlar! Bütün büyük liderler bunun farkında oldukları için, pozisyonlarını n avantajlarından yararlanarak övgülerini cömertçe verebilmişlerdir! Olağanüstü bir şey vardır: İnsanlar, ünvanlar için ölürler! Övgü doğru yapıldığında çok güçlü bir motivasyon aracı olarak devreye girer!

İki Çeşit Övgü Vardır!

Karşımızdaki insanda, ?odasını temizlemek? veya ?işe vaktinde gelmek? gibi bir alışkanlık geliştirmek istiyorsak, onu, o işi yaptığı her an övmeliyiz! Bu tarz bir övgüye ?devamlı güçlendirme? adı verilir! Tekrarlanması nı istediğimiz davranış biçimini devamlı olarak översek, karşımızdaki insan, onu alışkanlık haline getirecektir! Yeni alışkanlık kazanıldıktan sonra da ?aralıklı güçlendirme? ye geçeriz! Aralıklı güçlendirme, davranış her üç veya dört kez tekrarlandığında övmemiz anlamına gelir!

Alışkanlık bir kez kazanıldığında, ?devamlı güçlendirme? çalışması uygun kaçmayabilir ve motivasyonu olumsuz yönde etkileyebilir! Devamlı övgü, kişinin o işten tamamen vazgeçmesine bile neden olabilir! Böyle bir durumda ?aralıklı güçlendirme? uygulamasını yapmak, davranışın kesin olarak tekrarlanması nı sağlar! Böyle davranmak, kişiyi istim üstünde tutmaya yarar!

Söylediğimiz her söze ve davranışalrımıza içtenliğimizi ve sevgimizi de ekleyelim!

Unutmayalım ki;

Kalıcı olan tek şey içtenlikle ve sevgiyle yapılandır!…

5. Hayranlığımızı (İçtenlikle) Dile Getirelim!

Diğer kişilerin kendilerine verdikleri değeri yükseltmenin ve kendilerini önemli hissetmelerini sağlamanın beşinci yolu, onlara olan hayranlığımızı dile getirmektir! Başardığı bir işten, bir şahsiyet özelliğinden veya sahip olduğu bir şeyden dolayı birine duyduğumuz hayranlık, onun kendisine verdiği değeri artırır! Hayranlık, insan ilişkilerinde en güçlü araçlardan biridir! Herkes iltifat edilmekten hoşlanır! Hayranlığı dile getirme yöntemini her yerde ve her durumda kullanabiliriz! Bu türlü davrandığımızda, karşımızdaki insanın kendisini daha da önemli hissedeceğini garantilemiş oluruz!

Karşımızdaki insanın şahsiyet özelliklerine veya başka niteliklerine hayran olabiliriz! Dakiklik, cömertlik, azimlilik veya kararlılık gibi özelliklere sahip olan insanlara, bunlardan dolayı iltifat edersek, kendilerini değerli ve önemli hissetmelerini sağlamış oluruz! Diğer insanlar bu gibi niteliklerden dolayı bize itibar gösterip, hayranlıklarını dile getirdiklerinde, biz de kendimizi daha iyi hissederiz! Kişilerin sahip oldukları maddesel değerlere de hayranlık duyabiliriz! insanlar elde ettikleri maddi şeylere oldukça fazla duygusal yatırım yaparlar! Örneğin, evlerine aldıkları mobilyalara ve demirbaş eşyalara düşünce ve duygularını da katarlar! Onlara, evlerinin veya oturma odalarının ne denli göz alıcı olduğuyla ilgili iltifatlar yapmamız faydalı olur!

İnsanlar aldıkları giysilere de aynı derecede düşünce ve emek verirler! Giydiği herhangi bir giysi veya aksesuarla ilgili bir hanıma yapacağımız iltifatların, kendisini kesinlikle iyi hissetmesini sağlayacağı kesindir! Aynı iltifatları giydiği giysileri, ayakkabıları ve kravatı ile ilgili olarak bir erkeğe yaptığımızda da aynı sonucu elde edebiliriz! Erkekler genellikle takacakları kravatla ve satın alacakları ayakkabı ile ilgili düşünce çabası sarf ederler! Hayranlığımızı dile getirdiğimizde hem şaşıracak hem de mutlu olacaklardır!

İnsanların başarmış oldukları güzel şeylere de hayran olabiliriz! Almış oldukları eğitim veya geldikleri mevkiyle ilgili olarak onlara iltifat edebiliriz! Kurdukları işlere veya başarmış oldukları başka herhangi bir şeye olan hayranlığımızı dile getirebiliriz!

Bu konuda dile getirdiğimiz hayranlığımız, onların kendilerine verdikleri değeri artırır ve kendilerini iyi hissetmelerine neden olur! Bir diğer insana gerçekten takdirlerimizi iletmek istiyorsak, bunu yapabilecek sonsuz fırsatlar vardır! Herkesin bizim takdirimize değer bir başarısı mutlaka bulunur! Bizim işimiz de onu bulmak ve dile getirmektir!

Ancak dikkat etmemiz gereken bir noktayı da ilave edelim! Hoşnutluğumuzu, onayımızı, takdir ve hayranlığımızı gerçekten hissediyorsak dile getirelim! Başkalarının motivasyonunu yükseltmeye çalışırken samimiyetsizlik yapmayalım! İnsanlar yalan dedektörleri gibidirler! Kalabalık bir odanın içinde bile samimiyetsizliğ i yakalayabilirler!

Ancak bu kuralı bir istisnası vardır: samimiyetsiz bir gülümseme, samimi bir kaş çatmadan daha iyidir her zaman1! Ancak iltifatlarımızı n diğer her türlü durumda samimi ve içten olması gerekir! Ne demek istiyorsak onu dürüstçe söylemeliyiz! Bunu böyle yapmadığımız takdirde, insanlar, kendileriyle oynadığımızı düşüneceklerdir! Ve böyle düşündüklerinde ise, arzu ettiğimizin tersine bir tepki almamız kaçınılmaz olacaktır! Bu türlü durumda kişinin kendine verdiği değeri düşecek ve bize kuşkuyla ya da savunmacı bir tarzda yaklaşacaktır!

Karşımızdaki insanın kendisini önemli hissetmesini sağlamak için yapmamız gereken beş şeyin birincisi, karşımızdakini kabullenerek karşılaştığımız insanlara içtenlikle gülümsememiz; ikincisi, kendisiyle kolay anlaşılır bir insan olmamız; üçüncüsü, hoşnutluğumuzu ifade ederek her durumda ?teşekkür ederim!? dememiz; dördüncüsü, insanları överek yüceltmemiz, onaylamamız ve yaptıkları olumlu şeylerden dolayı onları tasdik etmemiz; beşincisi ise, hayranlığımızı dile getirerek, onların başarmış oldukları şeylere, sahip oldukları kişisel özelliklere veya maddi şeylere iltifat etmemizdir! Gösterdiğimiz bu davranış biçimi, diğer insanlarla olan iyi ilişkilerin temelini oluşturur! Bu davranışları uygulamaya çalıştığımız her seferde, karşımızdaki insanların kendilerini iyi hissetmelerini sağlarken, biz de kendimizi daha iyi hissetmiş oluruz!

Kalıcı olan tek şey: İçtenlikle ve Sevgiyle yapılandır!


6. Dinlemenin ?Beyaz Sihri?

Başkalarını kendilerini özel bir kişi olarak hissetmelerini sağlayabileceğ imiz altıncı adım ise, onlara özel bir dikkat vermektir! Hayat zaten bunun bir çalışmasıdır! Dikkatimizi her zaman en çok değer verdiğimize ve bizi en çok ilgilendiren şeye ya da bizim için en fazla önemli olan konuya veririz! Dikkatimiz nereye odaklanırsa; düşüncelerimiz, duygularımız ve hayatımız da oraya odaklanır!

İlişkilerimizde, diğer kişilere gösterdiğimiz ilginin miktarı, onların bizim için ne denli önemli olduklarının da bir işaretidir! En fazla dikkati, en çok değer verdiğimiz insanlara ve şeylere gösteririz! Dikkat göstermenin tersi ise, kayıtsızlıktır! Değer vermediğimiz ve onaylamadığımız insanlara ya da şeylere karşı kayıtsız kalırız!

Bir kişiye dikkatimizi ve ilgimizi verdiğimizde ?sana değer veriyorum ve seni önemsiyorum!? demek isteriz! Tam tersi bir davranış içerisine girdiğimizde ise: ?Seni önemsiz buluyorum ve sana az değer veriyorum!? mesajını vurgularız! Karşımızdaki insana gösterdiğimiz dikkatli bir ilgi, onun kendisine verdiği değeri yükseltir! Tersi bir davranış ise, bu değer düzeyini düşürür, kayıtsızlığımız ise, onu kızgın ve savunmacı birisi haline getirir!

Olumsuz duyguların ana nedenlerinden birisi de, insanlar tarafından önemsenmemektir! Sırasında bir eş, patron ya da bir restorandaki garson tarafından önemsenmemiz, kendimizi değersiz ve küçülmüş hissetmemizden olur! İnsan ilişkilerinde etkin olan insanların, diğer insanların ihtiyaçlarına karşı gerekli ilgiyi ve dikkati göstermede hassas ve uyanık olmalarının nedeni budur!

İnsanlara doğru ilgiyi nasıl gösteririz? Dinlemenin ?beyaz sihrini? yaparak! Dinlemek, insan ilişkilerindeki dikkatin gerçek ölçüsüdür! Dinlemek diğer insana ve söylediklerine ne denli değer verdiğimizi gösterir! Karşımızdaki insanı dinlediğimiz, hem de iyi dinlediğimiz zaman, onun bizim için değerli ve önemli olduğunu ifade etmiş oluruz! En iyi liderler, satışçılar, yöneticiler ve arkadaşlar mükemmel ve hünerli birer dinleyicidirler!

İyi bir dinleyici olmanın üç önemli yararı vardır! Birincisi, dinlemenin bir güven ortamı oluşturmasıdır! Birisi bizi dinlediğinde, ona daha fazla güveniriz! En hızlı güven ortamı, iki insanın birbirlerine dikkatle ve hoşnutlukla dinlemeleriyle oluşur! Dikkatle dinlediğimizde, karşımızdaki insan bizi her zamankinden daha fazla sever ve bize güvenmeye başlar! Böylelikle de bizim tarafımızdan etkilenmeye de her zamankinden daha fazla açık hale gelir!

İyi dinlemenin ikinci faydası, kişinin kendisine verdiği değeri yükseltmesidir! Karşımızdaki insanı dikkatle ve ilgiyle dinlediğimizde, onun kendisine verdiği değer oldukça artar! Birisi bizi dikkatle ve ilgiyle dinlediğinde, bizde de aynı durum söz konusu olur ve kendimizi daha önemli ve değerli hissetmeye başlarız!

Dinlemenin üçüncü faydası ise, içsel bir disiplin oluşturmasıdır! Diğer bir insanı dikkatle dinlemek, muazzam bir kişisel ustalık ve içsel disiplin gerektirir! Sıradan bir insan dakikada 150 kelime konuşur! Eğer biz kendimizi iyi bir şekilde disipline edebilirsek, dakikada 600 kelimelik bir dinleme potansiyeline ulaşabiliriz! Aktif dinleme, dikkatimizi kontrol etmemizi ve konuşan insana odaklanmamızı gerektirir! Karşımızdaki insanı kesintisiz bir şekilde dinleyebilmek için kendimizi ne kadar disipline edersek, hayatımızın diğer alanlarında da o denli etkin bir hale geliriz!

Aktif Bir Dinleme Yapalım!

Aktif dinlemenin birinci kısmı, dikkat ve ilgiyle dinlemektir! Konuşanın doğrudan yüzüne bakalım1 Konuşana doğru hafifçe öne eğilelim! Ayakta isek, ağırlığımızı ayak parmaklarımızın ucuna vererek enerjimizin öne doğru yansımasını sağlayalım! Karşımızdaki insanın ağzını ve gözlerini dikkatle takip edelim! Bu, bizim onu tam bir dikkatle dinlediğimizi anlatır! Karşımızdaki kişide, tam bir dikkat ve ilgiyle konuşmanın içinde olduğumuzdan iyice emin olmuş olur!

Aktif dinlemenin ikinci kısmı kesmeden konuşmaktır! Konuşan kişi, kendisini dinleyenin konuya atlamak için fırsat kolladığını, düşüncelerinin başka bir yerde bulunduğunu, belki de vereceği cevabı hazırlamakla meşgul olduğunu algıladığında, kendini huzursuz, rahatsız ve aşağılanmış hisseder! Fakat karşısındaki kişinin konuştuğu şeylerle tam bir uyum içinde olduğunu fark ettiğinde, kendisini değerli hisseder! işte bundan dolayı, karşımızdakini sonuna dek sabırla, sakin bir şekilde ve sanki dünyada onun konuştuklarından başka bir şey kalmamış gibi dinleyelim!

Aktif dinlemenin üçüncü kısmı, cevap vermeden önce duraklamaktır1 Karşımızdaki kişi konuşmasını bitirince, ona bir cevap vermeden önce üç ila beş saniye duraklayalım! Bu arada üç şey olabilir:

Birincisi, karşımızdakinin söylediklerini daha iyi anlamamız mümkün olur! Diğer kişinin sözlerinin sindirilmesi için kendimize birkaç saniye tanıdığımızda, onu tam olarak ve daha iyi anlayabiliriz!

İkincisi, karşımızdaki kişi sadece düşüncelerini toplamak için durmuşsa, onu kesmekten kaçınmış oluruz! Üç ila beş saniye kadar durakladığımızda, konuşmasını kesmek yerine, ona devam etme fırsatı tanımış oluruz! Bir düşüncenin veya bir cümlenin ortasında kesilmekten daha rahatsız edici ve aşağılayıcı çok az şey vardır!

Üçüncüsü, cevap vermeden durakladığımızda, söylenen şeyleri önemli saydığımızı açıkça ifade etmiş ve ona dikkatli bir ilgi verdiğimizi de ortaya koymuş oluruz! Bir diğer kişinin sessizce oturup, söyleyecekleri ya da dinleyecekleri üzerinde düşünmesi, konuşan kişiye yapılmış olan büyük bir iltifattır!

İyi bir dinlemenin dördüncü kısmı, netleştirmek için soru sormaktır! Karşımızdaki insanın ne dediğini tam olarak anlayabildiğimizden emin olmak için ona sorular soralım! Eski bir deyiş vardır: ?Her başarısızlığın temelinde, hatalı varsayımlar yatar!? Hiç kontrol etmeden, her şeyi anladığımızı sandığımızda, karşımızdaki insanın ne dediğini belki de hiç anlamamış oluruz! Bu durum özellikle kadınlar ve erkekler arasındaki konuşmalar için geçerlidir!

Konuşmayı genişletmenin, dinleme fırsatlarını artırmanın ve anlayışımızı geliştirmenin belki de en iyi yolu, sonu açık sorular sormamızdır! Sonu açık sorular, ?evet? veya ?hayır? şeklinde cevaplandırılamayan sorulardır!

Sonu açık soruların ek bir faydası da dinlemek, güven oluşturmak ve diğer inansın düşünceleri ile duygularını tam olarak anlayabilmek için bize daha fazla fırsat yaratmasıdır! Ağzımız açıkken hiçbir şey öğrenemeyeceğimizi aklımızdan çıkarmayalım! konuştuğumuz zaman, söyleyebildiğimiz tek şey, o ana kadar öğrenmiş olduğumuz şeylerdir! Dinlediğimiz zaman ise, yeni bir şeyler öğrenme fırsatımız vardır!

Aktif dinlemenin beşinci kısmı, karşımızdaki insanın sözcüklerini kullanarak ona geri besleme yapmaktır! Onun söylediklerini kendi cümlelerimizle yeniden ifade edelim! Böyle yaptığımızda, karşımızdaki kişiye iltifat etmiş ve ona ne denli yakından ilgi gösterdiğimizi ortaya koymuş oluruz! Aslında, karşımızdaki konuşmanın ne demek istediğini ona geri besleme yoluyla verene kadar da onu tam olarak anlamış sayılmayız!

Karşımızdaki insan konuşmasını bitirdiğinde şunu deneyelim! Üç veya beş saniye durakladıktan sonra: ?Seni anlamış olduğumdan iyice emin olayım! Söylemek istediğin şudur?? diyerek, onun konuştuklarını kendi cümlelerimizle ona yeniden aktaralım!

Karşımızdaki insanın konuşmasını kendi sözcüklerimizle ona yeniden ifade edecek kadar onu dikkat ve ilgiyle dinleme çabası gösterdiğimiz her seferde, iletişim becerimizi artırmış oluruz! O kişiyle aramızda daha büyük bir güven oluştururuz! Karşımızdaki insanda daha büyük bir kendine değer verme ortamı ortaya çıkarır, biz de kendi içsel disiplinimizi geliştirme fırsatını elde ederiz!

Empatik Dinleme

?Empatik dinleme?, karşımızdaki insanın sorunlarını çözmek yerine, ona samimi bir ilgi göstererek, konuştuklarına ekran olmamızdır!

Terapistler, karşılarındaki insanın sözcüklerini ona değişik bir şekilde yeniden söyleyerek Empatik Dinleme Tekniğini kullanırlar1 Örneğin kişi: ?İşimden gerçekten bıkmış vaziyetteyim!? dediğinde ona: ?İşinde yolunda gitmeyen bazı şeylerden dolayı sanırım bunalmışsın!? diye cevap verebiliriz!

Sözlerini kendisine yeniden yansıttığımızda, sorun u daha iyi anlamasını sağlamakla kalmayıp, çözümle ilgili sezgilerini geliştirmesine de yardım etmiş oluruz!

İki türlü empatik dinleme tekniği vardır: Basit Yansıtma ve Yorumlayıcı Yansıtma! Basit Yansıma?da, karşımızdakinin söylediklerini, içine hiçbir yorum katmadan ya da içeriğindeki gizli ve imalı mesajları deşmeden ona yeniden aktarırız! Böylece işitmiş olduklarımızı basit bir şekilde ve kendi cümlelerimizle karşımızdakine yeniden iletmiş oluruz! Kişi: ?Gerçekten endişeliyim!? dediğinde, biz ona: ?Gerçekten endişeli görünüyorsun!? deriz1

Yorumlayıcı Yansıtma? da ise, iki şeyden birini yapabiliriz! Birincisi, karşımızdaki insanın sözlerini ona özetleyerek mesajın içindeki temaları tanımlayabilir ve: ?Bu konuyla ilgili gerçekten gergin ve kızgın olduğunu hissediyorum!? diyebiliriz! Ama sözlerimize bundan daha derin bir anlam eklemeyiz!

Yorumlayıcı Yansıtma?nın ikinci tipi ise, bizim gerçek mesaj olduğunu düşündüğümüz, ama konuşmacının belirtmemiş olduğu düşünce ve duyguları ifade etmemizdir! Böyle bir durumda belirtilerden ziyade, konunun en can alıcı yeriyle uğraşmaya gayret ederiz!

Bu çeşit bir Yorumlayıcı Yansıtma veya Empatik Dinleme çok yararlıdır! Bu tarz bir dinleme, konuşmacının kelimelerinin altına inmemizi ve hissettiği şeylerin gerçek nedenlerine bakmamızı gerektirir!

Bazen bir insanın ihtiyaç duyduğu tek şey, samimi bir arkadaşın yorumlayıcı yansıtmasıyla ortaya çıkardığı bir sezgi ya da farkındalık olabilir! Hassa ve hünerli bir dinleyici olarak, bu gibi sezgisel farkındalıkları karşımızdaki kişiye kazandırabiliriz!

7. Bumerang İlkesi

Başkalarının kendine duydukları saygılarını yükseltmenin yedinci yolu da, Bumerang İlkesi?ni kullanmaktır! Bu ilke, bir diğer insana ifade ettiğimiz içten duyguların er ya da geç bize geri döneceğini söyler!

Gülün kokusu onu sunan elin üstünde kalır! Bir kimseye onun hakkında olumlu bir duygumuzu dile getirdiğimizde, bu duygu sonunda bir bumerang gibi bize geri dönecektir! Olumsuz bir fikir veya düşünceyi ifade ettiğimizde de aynı ilke geçerlidir! İşte bundan dolayı, başkaları hakkında söylediklerimiz, bize geri gelmesini istediklerimiz olmalıdır!

Eleştirme, aşağılama ve şikayet etme güdümüze mani olalım! Kolay anlaşılabilir olmayı ve başkalarını kabullenmeyi deneyelim! Hoşnutluğumuzu ifade edelim, onaylayalım ve hayranlığımızı dile getirip, takdir edelim! Başkaları konuşurken dikkatle ve ilgiyle dinleyelim ve Bumerang İlkesini hatırlayalım! Bunların hepsini yaptığımızda, diğer kişilerin kendilerini mutlu hissetmelerini sağlamış oluruz1 Sonuçta biz de nereye gidersek gidelim, kabul görür ve iyi karşılanırız!

Kalıcı olan tek şey sevgiyle ve içtenlikle yapılandır!

 

9 Nisan 2010 Cuma

DÜNYANIN EN KISA FIKRASI :-))








İki kadın sessizce oturuyorlardı.



Hotmail & Messenger. Get them on your phone now.

100. MAYMUN OLGUSU

100. MAYMUN OLGUSU

Pasifik Okyanusu'nda irili ufaklı birçok ada ve bu adalarda Macaca Fuscata türü Japon maymunları yaşıyor. Bu adalardaki maymunların doğal ortamları içindeki davranışları otuz yılı aşkın bir süredir bilim insanları tarafından gözleniyor.

1952'de Koshima Adası'nda araştırmacılar maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakıyorlar. Bu adanın maymunları da tatlı patatesin tadından hoşlanıyorlar, ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmiyor. Ama can boğazdan gelir diyerek kumlu da olsa tatlı patatesleri yemeye devam ediyorlar.

Bir gün, on sekiz aylık bir dişi maymun bu soruna bir çözüm buluyor, Yavru, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl ediyor. Bu buluşunu annesine de öğretiyor, Yavrunun arkadaşları da patateslerini yıkayarak yemeyi öğreniyor ve kendi annelerine de öğretiyor. Bu yeni davranış biçimi, bilim insanlarının gözleri önünde, yavaş yavaş maymunlar arasında yayılıyor.

1952 ve 1958 yılları arasında genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu tatlı patateslerini yıkamayı öğrenmiş oluyorlar. Bu daha sağlıklı ve zevkli yeni davranış biçimini çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen diğer yetişkin maymunlar da kazanıyor. Çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, yeniliklere açık olmayan, kendi bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam ediyorlar.

Maymunların bir kısmı (diyelim ki 150 maymun arasından 99 maymun) artık patateslerini suyla yıkayarak yemeyi öğrenmişler. 1958'in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey oluyor: Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılıyor. İşte o an her şey değişiyor. Aynı günün akşamı, adadaki hemen hemen tüm diğer maymunlar, patateslerini yemeden önce yıkamaya başlıyorlar. Bir tek ilave maymunun ek enerjisi "her nedense" devrim yaratıyor!

Ama hikâye bitmedi. Bilim insanlarını şaşırtan asıl olay, bu ada maymunları ile doğrudan bir ilişkileri olmadığı halde, diğer adalardaki maymun topluluklarını n da aynı anda patateslerini yıkamaya başlamaları...

"Yüzüncü Maymun Olgusu," diğer üniversitelerde tarafından değişik malzeme ve farklı tarz deneylerde senelerce tekrarlandı. Bilimsel sonuç her seferinde aynı…  Hassas nokta aşıldığında bilgi herkesin…

Araştırmanın Bulgusu: Yeni bir düşünce ve davranış tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, bu yenilik mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihine aktarılabiliyor.

"Yüzüncü Maymun Olgusu" denilen bu olgu şunu gösteriyor: Yeni bir düşünce, yeni bir yol, toplumda sadece belirli sayıda insan tarafından biliniyorsa, bu yenilik sadece o kişilere ait bir bilgidir. Ama "bilenlerin" sayısı belli bir hassas noktaya ulaştığı an, sadece bir kişinin daha "yeni yol"a katılması, toplum bilincinin toptan bir aşama geçirmesine yol açmakta... Yeni düşünce, birdenbire herkes tarafından algılanıp düşünülmeye başlanıyor. Bu olgu, sınırlı niceliğin sınırsız niteliğe dönüşme noktası...

Bugüne dek mutsuz, huzursuz, bencil, korku dolu, karamsar bir dünya süregeldi. Zihinlerde hala taş devri korkularını taşıyoruz.

Yeniliklere açık, farklı düşünenler ise aşağılanıyorlar, alaya alınıyorlar, toplum dışına itiliyorlar.  Cesaretleri, takdir edilmek bir yana söndürülmeye çalışılıyor bu insanların... Einstein bile kuramını ilk ortaya attığında meslekdaşları tarafından kınanmıştı. Sıradan insan asla büyük insan olamaz; doğar, yaşar ve ölür. Buna yaşamak denirse!  

Dünyada mutlu, huzurlu, şefkatli, aydınlık dolu insanlar yok mu? Cesur bir dünya isteyen ve bu uğurda çaba göstermekten çekinmeyen, her şeyi göze alan insanlar yok mu? Elbette var. Sayıları gittikçe de çoğalıyor. İnsanın, insanlık boyutunda devrim yapabilmesi için yüzüncü maymunun aralarına katılmasını bekliyorlar. İhtiyacımız olan herhangi bir konuda o hassas düğmeyi çevirecek "Yüzüncü Maymun" belki de sizsiniz!



Live connected. Get Hotmail & Messenger for mobile.

4 Nisan 2010 Pazar

Günün fotografı

 

Sosyal güvensizlik

sosyal Güven(siz)lik

Hergün bir sürü email gönderiyoruz. Ama bizi çok yakından ilgilendiren konularda duyarsız kalıyoruz. Lütfen bütün herkesi ilgilendiren bu e-maili gönderebildiğiniz kadar çok kişiye gönderiniz... Sonuçta bu hizmetlerden bizler ve çocuklarımız yararlanacağız!!!

Şu anda mecliste bekleyen 5510 sayılı (Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa tasarısı eğer yasalışırsa pek çok hakkımızı kaybedeceğiz.


Sağlık ve sosyal güvenlik haklarımızda oluşacak kayıplardan bazıları şöyle:

Ø Zaten kadınlar için 58, erkekler için 60 olan emeklilik yaşı hem kadınlar, hem de erkekler için 65'e çıkarılacak. (Madde 28)

Ø Emekliliğe hak kazanabilmek için yakın zamanda 5.000'den 7.000 güne çıkarılan prim ödeme zorunluluğu 9.000 gün prime çıkacak. (Madde 27)
Ø Emekli maaşları % 23 ila % 33 arasında düşürülecek. (Madde 29)

Ø Yıpranma hakkı gasp edilecek

Ø
Aylık geliri 139,6 YTL'den fazla olan bütün vatandaşlar her ay 73 ila 475 YTL Genel Sağlık Sigortası primi ödemek zorunda kalacak. (Madde 88)
Ø Sadece ayakta tedavi olununca değil; hastalık, kaza, ameliyat gibi nedenlerle hastaneye yatmak gerekince de 'katılım payı' adı altında para ödenecek. (Madde 68)
Ø 'Katılım payı' gerektiğinde beş katına kadar arttırılacak. (Madde 68)

Ø
Bütün sağlık hizmetleri paralı olacak.

Ø Sağlık hizmeti alabilmek için bu ülkenin vatandaşı olmak, üstelik vergi ödemek, dahası Genel Sağlık Sigortası primi yatırmak, hatta bir de 'katılım payı' ödemek yetmeyecek. Şimdi bir de 'ilâve ücret' adı altında para ödemek gerekecek. (Geçici Madde 5)

Ø Bütün dünyada anne sütünün önemi yeniden anlaşılır ve emzirme teşvik edilirken Türkiye'de 'sigortalının çocuğuna bir ay anne sütü yeter' mantığı geçerli olacak. Daha önce doğum yapan sigortalılara altı ay süreyle verilmesi öngörülen emzirme yardımı bir aya düşürülecek.
Ø Hastalanan sigortalılara verilen iş görememezlik ödeneği % 16 azalacak. (Madde 18, 19, 80)
Ø Emekli Bağ-Kur'lularının maaşından 10 yıl süreyle % 10 oranında Genel Sağlık Sigortası primi kesilecek. (Madde 88)
Ø Primini ödeyemeyen vatandaşlar sağlık hizmeti alamayacak, hastane kapılarından geri dönecek. (Madde 88, 89 ,90)
Ø Primini ödeyemeyen çiftçilerin pamuğuna buğdayına, üzümüne tütününe el konulacak. (Madde 87)
Şu anda sadece Türkiye'de değil dünyanın pek çok ülkesinde benzer politikalar uygulanmaya çalışılıyor. Devletler sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarını azaltma çabasındalar. Fransa ve Yunanistan'da büyük grevler ve yürüyüşlerle bu yasalar engellenmeye çalışılıyor. Şu an yasanın getirecekleri ile ilgili yeterli farkındalık yok. Biz de bu yasayı engelleyebiliriz. Biz karşı koyarsak bu yasayı geçiremezler!

Kazasız günler

 

Allah korusun… İlk defa duyuyorum ve önemli bir bilgi. Kazasız günler…    

 

        Herhangi bir trafik kazası sonrasında, bir hastaneye (özel veya devlet) gittiğinizde veya getirildiğinizde, size veya yakınlarınıza (2918 no'lu yasayı bilmediğiniz zannedilerek):
 
 'Yapılacak müdahele ve tedavi ücretlerini ödeyeceğinize dair şu belgeyi imzalayınız' teklifi ile karşılaşabilirsiniz.
 
 Ancak, siz:
 

'Bu formun altına, bu belgeyi imzalamazsam, bana müdahele edemeyeceğinizi ve tedavimin yapılamayacağını yazın ve imzalayın!' dediğiz anda… 
 
 
HASTANENİN BÜTÜN İMKÂNLARI SİZİN İÇİN SEFERBER OLACAKLAR

         Trafik kazası sonucu yaralanan ve hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan kazazedelerin, 2918 sayılı kanuna göre tedavi için hiçbir ücret ödememesi gerekiyor (Madde: 98 ve Madde: 108).

        Yönetmeliğe göre, 'hastane acil servisi' kendisine gelen kazazedenin maddî durumuna, sosyal güvencesi olup olmadığına ve hastanın özelliklerine bakmadan gereken tedaviyi ve müdahaleyi herhangi bir ücret talep etmeden, yapmak zorunda. Bu tedavi sonucu oluşan masraflar, 'T.C. Sağlık Bakanlığı Karayolları Döner Sermaye İşletmesi' tarafından karşılanmaktadır (Madde: 08).
 
 


HASTANELERİN BU MADDELERDEN Bİ HABERMİŞ GİBİ VATANDAŞTAN PARA TALEP ETMEYE HAKLARI YOKTUR!
TRAFİK MAĞDURLARI YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ - www.trafikmagdurlari.org (ilginç ve yararlı; incelemenizi öneririm)

 

 

SECSIS nedir, biliyormuydunuz?

SECSiS NEDiR BiLiYOR MUSUNUZ ?

HiÇ DUYDUNUZ MU BU KELiMEYi ?


SECSiS BiR BiLGiSAYAR PAKET PROGRAMI


ABD Lİ YAZILIM ŞiRETi SUN TARAFINAN GELiŞTiRiLMiS..


NE iŞE Mi YARIYOR ?


ÖNCE SECSiS iN AÇILIMINI YAZALIM


NE iŞE YARADIĞINI HEMEN ANLAYACAKSINIZ


SECSiS "SUN ELECTiON CONTROL SYSTEM"


ANLADINIZ DEĞİL Mi ?


EVET TAM DA ANLADIĞINIZ GiBi BU BiR SEÇiM KONTROL SiSTEMi YAZILIMI


AMERiKA BU SiSTEMi SEÇiMLERi KiMiN KAZANMASINI iSTiYORSA O ÜLKEYE GÖNDERiYOR VE YANDAŞININ KAZANMASINI SAĞLIYOR.


ŞiMDiYE KADAR HANGi ÜLELERDE Mi KULLANILMIŞ.?


BU KONUDAKi HABER AŞAĞIDA


iBRETLE OKUYUN


Cumhuriyet


EMPERYALİSTLERE YALVARAN BAŞBAKAN


Erdoğan'ın ABD'ye gitmesinin asıl sebebine kimse değinmemiş.


Erdoğan'ı ve idealini bilmeyen her kafadan bir ses çıkıyor.


Şunun için gitti, şunu dedi, bunu söyledi, önce şunu söylemişti, şimdi bunu yapıyor, İMF'ye teslim olamayız, ümüğümüzü sıktırmayız, sonra gidiyor İMF'den para istiyor vb. vb. Bütün bunların hepsi boş.


Türkiye krize giriyormuş, vaziyet vahimmiş Erdoğan'nın umurunda değil.


Zaten bu hususta hiçbir bilgisi de yok. Erdoğan bambaşka işlerin peşinde.


Benim aklım, 22 Temmuz seçimlerindeki çok önemli bir noktaya takıldı.


Siz de şimdi o zamana gidin ve anımsamaya çalışın.


AKP %47 oy aldı. AKP başta herkes şaşırdı, şok oldu.


Seçim sonucu gösteriyordu ki, iki kişiden biri AKP'ye oy vermiş.


Gazeteciler halkın arasına giriyor soruyor "AKP'ye oy verdin mi?


Yok. Yok. Yok. Bu nasıl olur?


Derken, kimin ortaya çıkardığını bilmediğim bir oy kaydırma hilesi mi dersiniz, sahtekarlığı mı dersiniz ortaya çıkarıldı. İddiaya göre CHP'nin, MHP'nin, İP'sinin, HYP'nin vb. oylarından çalınıp AKP'ye aktarılmış.


Bu SECSİS adı verilen, yüksek bir teknolojiyle gerçekleşmiş.


Ben şahsen SECSİS'in teknik tarafını bilmiyorum.


Bildiğim tek şey SECSİS düzeniyle bilgisayarlara girip değişiklik yapabilme özelliğine sahip bir sistem olduğu. Hani şu telefonları ve ortamı dinleyen, Erdoğan'nın yasal olmayan Örgütünde kullanılan 11 seyyar araç var ya, işte onun ama oy kaydırma tekniğini yapan teknolojik bir düzen. Bu hile üzerine, İzmirli bazı aydınlarımız, Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Bayer başta olmak üzere bir çok vatandaş çalışmalar yaptı ve denklemi çözdüler. Oy kaydırılmasını kanıtlayan belgeler ortaya çıkardılar. Olay Yüksek Seçim Kuruluna kadar taşındı. AKP'nin bir yandaşı olan Yüksek Seçim Kurulu başkanı olayı örtbas etmek için gerekeni yaptı ve yasayı kullandı. Bu yasaya göre, Yüksek Seçim Kurulu kararlarına, hiçbir kişi ya da kuruluş itiraz edemezdi, dava açamazdı. Böylece hilenin üstüne gidenler susturuldu, bildiğim kadarıyla olay da kapanmıştı.


Duyduğuma göre, SECSİS önceden Yunanistan'da da uygulanmak istenmiş ve ama orada bunun önüne geçilmiş. Önümüzde Yerel Seçimler ve iki yıl kadar sonra da genel seçimler yapılacak. Erdoğan'nın, bu SECSİS sahtekarlığına tekrar hayati ihtiyacı var. 22 Temmuz Genel seçimlerinde Bush'un yardımıyla SECSİS kullanıldı, nohut mercimek, kömür dağıtmak, Allah ile aldatmak, PKK'ya yardım etmek, malum medya tuz biberi ve AKP iktidara geldi.


Bu gün saydıklarımın hepsi gene var, hatta daha da çok yoğunlukta var. Bir tek SECSİS muallakta. Şimdi ABD başkanı değişti ve Obama geldi. Ayni yardımı Obama'dan da alabilmek için Erdoğan paçaları sıvadı.


Başka bahaneleri öne sürerek ABD'ye gitti. Obama Erdoğan'ı kabul etmedi ama yardımcısını vekil etti. Erdoğan onunla Türkiye'nin çıkarlarıyla ilgili hiç bir şey konuşmamıştır. SECSİS'i, Obama'ya iletmesi için MİSTER'e yalvarmıştır.


Demiştir ki "bakın, Irak'ta 1,5 milyon Müslüman'ı öldüren ya da ölmelerine neden olan ABD askerlerinin salimen evlerine dönmeleri için gece gündüz dua ediyorum. Bush'un isteği üzerine, tezkereyi cebime koyarak, PKK'ya yardım ettim. Obama da Bush gibi bana yardım etmeli ve kenef kolunu çekmemeli. İktidarda kalmamı sağlarsa bugünedek olduğu gibi istediği her şeyi yaparım." Gerisi çelik çomak. Sonra Mister'i bıraktı ve İMF Mister'ine gitti. Başladı ona da yalvarmaya. "Aman gözünüzü seveyim, biz dışarıdan para gelsin de faizi 17% miş, 27% mii bize vız gelir.. Faizleri ödeyecekler düşünsün. Onun için yerel seçime kadar ne yapıp yapın bana yardım edin, gerekli parayı verin, seçimden zaferle çıkınca sizin her istediğinizi yapacağım, hamdolsun, Erdoğan sözü veriyorum" dedi.


İşte Erdoğan'nın ABD seyahatinin özeti bundan ibaret. Gene gerisi fasafiso, çelik çomak. Şimdiden söyleyeyim: Yazdıklarıma " hayal mahsulü ve komplo" diyenlere katılmayacağım. Hala Erdoğan'dan Türkiye'nin çıkarları için birşeyler yapacağını düşünenler, hatta tahmin edenler varsa, onlar yalnız salaklar ya da Allah ile aldatılanlardır. Şimdi, SECSİS'i hatırlatarak bir kez daha vatandaşlık görevimi yapıyor, siyasi partilerimizin dikkatini çekiyorum.


Cumhur Eray


19.11.2008



Sunay Akın-AĞUSTOS BÖCEĞİ HİKAYESİ :) :) :)


Sunay Akın


Harika hikâye


AĞUSTOS BÖCEĞİ HİKAYESİ

Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler.
Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.
Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.

Siz olsanız çalışır mıydınız?

Üstün Dökmen'in çok güzel bir yorumu

...Çocuğumuz düşüp kafasını masaya çarpınca biz hemen masayı
döveriz,
'he masa ehhhh sen niye orada duruyorsun' diye. Çocuk masa orada
durmasa kafasını çarpmayacağını sanır ve büyüdükçe yaptığı her
hatayı yükleyecek birini veya bir şeyi mutlaka bulur.'
Malum...

Mesela, bizim Balkan harbinden kalma, dandik vagonlara 160
Kilometre hız yaptırdılar. İlk virajda sizlere ömür...
Kimin üstüne kaldı?
Makinistin...

Mersin'de bayrağımız yakıldı, yırtıldı. Askere taş attılar, panzere
molotof... Memleket ayağa kalktı. Kimin yüzündenmiş?..
İki veled...

Gelene geçene ayran, tost falan satan, kendi halinde sakin bir kas abaydı,
Susurluk... İçişleri Bakanlığı, MİT, Jitem, generaller, özel tim polisleri,
kumarhaneciler, bakanlar, milletvekilleri, işadamları... 1000 kişi falan
yargılandı. Her şey kimin başının altından çıkmış?
Yeşil'in...

Deprem oldu... 7 vilayette 50 bin kişi öldü. Binlerce bina yıkıldı, on
binleri ağır hasarlı. Hepsinin sorumlusu olarak kimi kulağından tutup
hapse tıktık?
Veli Göçer'i...

Edirne'de bebeler şakır şakır öldü... Hiç utanmadan biskuvi kolilerine
koyup, gömdüler. 'Araştırdık, ihmal yok' dediler. Peki neden öldü bu
yavrular? Klima'dan...
Dikkat isterim, klimacı bile değil, klima.

Rakıdan öldük. O gün ile bu gün arasında ne değişti?..
Kapağın rengi...

Sanal 'sorumlumuz' bile var... Yollarda her gün 20 insanımız heba oluyor.
Trafik Canavarı'ndan...

Dolar patlarsa?
Enflasyon Canavarı'ndan...

Hatta 'sorumlu olmayan sorumlumuz' da var... Milli takım oynayıp
yeniliyor. Suçlusu kim?
Takıma alınmayan Hakan...

Domatesleri Ruslara kakalayamıyoruz...
Sinekten...

Deli dana geliyor.
inekten...

Millet hormonlu diye tavuk yemiyor.
Erman Toroğlu'ndan...

Evleri su basıyor.
Yağmurdan...

Ormanlar yanıyor.
Sigaradan...

Gemi batıyor.
Dalgadan...

İyi de kardeşim, uçak neden düşüyor?
Rahmetli pilottan...

Peki bu şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarıyoruz?
Allah'tan...

----------------------------------

Yukardakilere uygun bir fıkra:

Bir gun melekler telas icinde Allah'ın yanına cıkmıs, yerlerinde duramaz bir sekilde
Melekler - Allahım Allahım, Amerikaa ile ingilizler savasa girdi yardım yapmalıyız
Allah - AA dert etmeyin onlar islerini bilirler bırakın kendi hallerine demis
Aradan bir iki gun gecmis melekler yine telasla gelmis ve
Melekler - Allahım bu seferde Fransa savasa katıldı hemen mudahale etmeliyiz..
Allah - Karısmayınnn onlar islerini bilirler - demis
Aradan bir iki gün gecince yine melekler apar top ar solugu Allah!ın katında almıslar ve
melekler - Aman Allahım, bu seferde Turkler savasa katıldı
Allah -
Olamaz hemen bana tüm silahlarımı getirin kusanmalıyız, onlar herseyi bana havale ederler....:)

Asayiş berkemal kuşu :)

 

BÜTÜN KADINLARIN MAZERETI AYNI :))

 

Türk hırsızı

Gercek bir olay oldugu soyleniyor..

Hirsizin biri herhangi bir evin catisina cikmis ve bir anten kablosunu
kesmis. Evin reisi de tam tv'ye dalmisken yayin kesilince televizyonunu
kurcalamis ama "bozuldu heralde" diyerek yatmis.

Ertesi gun adam ise gittikten sonra hirsizlardan biri kapiyi calip adamin
karisina "yenge, abi gonderdi beni sizin televizyon bozukmus heralde alin
da bir bakin dedi" demis. Saf kadin da televizyonu vermis.

Aksam adam eve gelip de televizyonu gorememis ve karisindan olayi
ogrenince dumura ugramis tabi.

Hemen o hafta sonu balkonda keyif yaparlarken bizim hirsiz asagidan islik
cala cala onlara bakarak gecerken, kadin hirsizi tanimis ve "bak bey!
televizyonu calan adam iste buydu!!"demis.

Adam bunu duyunca pijamalarla adami kovalamaya baslamis. 5 dakika sonra
diger hirsiz adamin evine gelip, karisina" yenge, ben polisim abi hirsizi
yakaladi simdi karakoldalar pantolonuyla, cuzdanini istiyor" demis ve
kadin da vermis tabiki(?) normal olarak.

Adam hirsizi uzun bir sure kovaladiktan sonra kan ter icinde eve donmus..
VEEE yine dumur!

Artik adam karisini ne yapmis bilemiycem.....

ACIL yada NEREDEYIM yazıp 7777 veya 2222 numarasına mesaj

Arkadaşlar,

Uludağ'da genç bir kayakçının ölümüyle sonuçlanan olayda Ceptelefonu Şirketi, Telekomünikasyon Kurumu kurallarından olan; "konum bilgileri sadece savcılık talebi halinde verilebilir, şahıslara veya başka kurumlara verilemez" kuralı gereğince bilgi veremediği ve bürokratik işlemlerin uzaması nedeniyle genç kayakçının ölümü sonrasında suçlanmıştı.

Durumu değerlendiren Ceptelefonu şirketleri, mevcut kuralı çiğnemeden duruma çözüm aramış ve aşağıdaki düzenlemeyi hayata geçirmiş bulunmaktadır. 
Bütün Ceptelefonu aboneleri'nin bilmesi gerektiğini düşünerek paylaşıyorum...
 
Ceptelefonu abonelerine bir servis yapıldı.

Şu an aktif.
 
Herhangi bir şekilde kaybolan kişi; ACIL yada NEREDEYIM yazıp 7777 veya 2222 numarasına mesaj gönderirse, kendisine BULUNDUGU YER GAYET AYDINLATICI BIR SEKILDE mesaj olarak gönderiliyor.

Normalde 2sms/4 kontör. Fakat kontörünüz olmasa da mesaj gönderiliyor.
Tüm Ceptelefonu abonelerinin bilmesinde fayda var. Lütfen mümkün olduğunca dağıtalım.

KAYBOLMAK veya en yakın polise, jandarmaya veya sağlık kuruluşuna acil ihtiyaç olabilir.

Hepimizin başına gelebilecek bir olaydır...
 
Cep Telefonuna Gelen Cevap Mesaj Örneği;  
                                                                                                                   
BULUNDUGUNUZ BOLGE:                                                                                                        
Istanbul,Kadikoy,Icerenkoy, Karaman Ciftlik Yolu caddesi    

                            

COGRAFI KONUMUNUZ:                                                                                                         
(40 derece 58 dk 44 sn Kuzey, 29 derece 06 dk 22 sn Dogu) 
                                 
SIZE EN YAKIN NOKTALAR:                                                                                              
Tem Polis Buro Amirligi 103 m  (+902164104113),                                                   
Ozel Avicenna Hastanesi 225 m (+902165741000),                                                
Infotech Bilisim ve Iletisim Teknolojileri   .S. 32  m  (+902165740505)     
              
Polis Imdat 155, Alo Jandarma 156, Hizir Acil 112, Itfaiye 110    

 

.

22 Mart 2010 Pazartesi

Bayram.. Her gün bayram

Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram...
Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.
***
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
***
Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...
Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...
***
Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.
Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.
Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram...
Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.
"İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...
***
Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.
Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...
***
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun!

Can Dündar

20 Mart 2010 Cumartesi

TÜRK OLMAK

Turk olmak,
Osmanli'nin borcunu odemektir, hovarda babanin borcla
yasayan evladi gibi.
Kosova'da ve Bosna'da, Bati Trakya'da ve Makedonya'da,
bilmem kac asir gecmiste kalan meselelerin hesabini
vermektir.

Turk olmak,
Kibris'ta, Hocali'de, Anadolu'da ve Balkanlar'da
soykirima ugrayip, yapmadigin soykirimla suclanmaktir.


Turk olmak,
fasist olmaktir, vatanina, yurduna, tarihine sahip
ciktiginca.
Turk olmak, 'demokrat ' ve 'cagdas'olmaktir, vatanina,
yurduna, tarihine sahip cikmadiginca.

Turk olmak,
lisaninin Avrupa'da yasaklanmasidir ve yine Turk olmak
kendini anlatamamaktir.
Avrupa'da hor gorulmek Turk olmaktir, atalarin bir
suru asir once Viyana'yi kusattigi icin ...
...ve hos gorulmemektir, sadece kusatip, Napolyon gibi
butun Viyana'yi yakmadigi icin.

Turk olmak,
Selanik'te Pontus Aniti'nin, Viyana'da cignenen
yeniceri minberinin ve Malta'da papazin uzerine
bastigi Turk bayragi heykelinin onunden gecmektir.

Turk olmak zordur, cetindir ve eziyetlidir.
Uc kitadan donup, bir kucuk yarimada da misafir
muamelesi gormektir.
Sayisiz imparatorluk kurmak Turk olmaktir, ayni
zamanda sayisiz imparatorluk yikmak da Turk olmaktir.

Turk olmak,
Arabaya kosulan ilk atin vataninda, ilk yazili
antlasmanin imzalandigi yurtta, yazinin bulundugu,
paranin icat edildigi, her metrekaresinden bereket
fiskiran bu yurtta... kalkinmak icin yabanci sermaye
beklemektir.

Turk olmak;
Troya'dan bu yana, Sumer'den bu yana serpilerek gelse
de, tarihten eski bu topraklarda, butun zamandan
damitilarak gelen yuksek degerlerine ragmen, bir
haftalik hafiza ile yasamaktir.

Dogu Roma'yi da Bati Roma'yi da yikip, yeni Roma olan
AB'ye girmeye calismaktir Turk olmak.

Turk olmak,
Mostar'da koprudur,
Kerkuk'te kaledir,
Istanbul'da Kizkulesi'dir,
Anadolu'da bugdaydir,
Cukurova'da pamuktur,
Ege'de tutun,
Karadeniz'de findik,
Trakya'da aycicegidir.

Turk olmak,
Canakkale'de olmektir.
Canakkale'de olmeden once dusmana su vermektir, onun
yaralisini sirtinda kendi hastanene tasimaktir.
Dusmanin ardindan rahmet okumak, kanlindan helallik
almaktir.

Sabahlari odana rahmet dolsun diye, cami acmaktir. Kar
yagdiginda kayak yapmayi degil, evsizleri dusunmektir.

Balkon kosesine kuslar icin, kisin ekmek kirintisi,
yazin su koymaktir.
Yagmura rahmet, kara bereket diye bakmaktir.

Turk olmak,
harap bir ulkede, zengin ulkelerin mustemlekeligini
reddedip...
tahtadan kilic ve ipten uzengi ile...
paylasacak ve sahiplenecek tek varligi fakirlik
olmasina ragmen...
yedi duvele meydan okumaktir.

Turk olmak,
askere davul-zurna ile ugurlanmaktir...
belki de donmeyecegini bilerek.
Turk olmak,
annenin ardindan" bir oglum daha olsun, onu da
gonderecegim" demesidir.
Babanin gozyaslarini tutarak, tabutuna son kez
dokunurken "vatan sag olsun" demesidir.

Turk olmak,
"Turk cayinda radyasyon olmaz" yalanlari ile, "gusul
abdesti alana aids bulasmaz" dolanlari ile yasamaktir.

Her hukumetin enkaz devraldigi, ama asla ardinda enkaz
birakmadigi ulkede olmaktir.

Turk olmak,
ecdadin yasadigi kitliktan dolayi, cayin yaninda gelen
sekerden fazla olani garsona geri vermektir. Ayni
nedenle Turk olmak, yemegi ziyan etmekten korkmaktir.
Goz hakkina, dis kirasina saygidir, Turk olmak.
Evindeki bir kap asin yarisini tanri misafirine
vermektir.
Kendi yerde, misafiri dosekte yatirmaktir Turk olmak.

Turk olmak,
milli macta aglamaktir.
Ayhan Isik'a, Belgin Doruk'a asik olmaktir.
Turk olmak,
askini olesiye sevmektir.
Aski icin olmektir, oldurmektir.
Sevdiceginin elini bir kez tutamadan topraga
girmektir.
En guzel ask siirlerini yureginde hissetmektir.
Eskiyaya turku yakmaktir, Turk olmak.

Milletine sovmektir, ama baskasina sovdurmemektir,
Turk olmak.

Turk olmak
Yunus'u bilmektir, Asik Veysel'i sevmektir.
Mevlana'yi, Haci Bektas-i Veli'yi ve Hoca Yesevi'yi...
-tek bir satirini okumasa da-
yureginde tasimaktir.

Turk olmak,
saz caldiginda, ney uflendiginde, kos dovuldugunde ve
kaval caldiginda yureginin derinlerinde bir sizi
sezmektir...bir de Yemen Turkusu'nde...

Hayatin sana verdiklerine "nasip", vermediklerine
"kismet" demektir.
Her isin "hayirlisina" inanmaktir ve "felege"
kufretmektir
ve aglamamak icin...
cok gulmekten cekinmektir.

Turk olmak,
Asya'da batili, Avrupa'da dogulu diye tepki gormektir.
Irk sozunu bilmeden yasamak, yaradilani Yaradandan
oturu sevmektir.

Magazin programlari ile dizilerin arasina sikissa da,
silkinip uzerindeki olu topragini atabilmektir.
Turk olmak,
mahalle maci icin ayni saatte, on kisi bulusamazken,
milyon kisinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken
bile kavga ederken, milyon kisinin kavga etmeden
gosteri yapabilmesidir.

Turk olmak
en zayif gununde bile dunyaya meydan okumak, en dertli
gununde bile her ufunetin bir safakta bitecegini
bilerek tevekkul gostermektir.
Zor istir Turk olmak.

Turk olmak,
Anadolu'da her dusen yagmur damlasina hamdetmek, her
cikan basak icin sukretmektir.

Turk olmak,
medeniyetler besigi Anadolu'da dik durabilmektir.

Fıkra...

 


ASIL NEDEN
 Tanri; bütün kadınlari bir araya toplamış ve Musa,
Isa ve Muhammet'ten bu kadinlari paylasip kendi
cemaatlerini oluşturmalarını istemis.

Önce Musa en kidemli peygamber olarak iclerinden en
zekilerini ve en acikgozlerini secmis.

Daha sonra Isa en guzellerini kendi cemaatine almis.

Sıra Muhammet'e gelince, geride kalanlara şöyle bir
bakmış ve bezgin bir sesle:

Örtünün!... demis, Örtününnnnn!!!

Yorumsuz

 

En İyi Arkadaşıma

Gözlerin arasındaki ilişkiyi biliyor musun?

Onlar birlikte göz kırparlar, birlikte ağlarlar, her şeyi birlikte görürler ve birlikte uyurlar.

Buna rağmen asla birbirlerini görmezler.

Arkadaşlık bunun gibi olmalı.

Arkadaşsız hayat cehennem gibidir.
Sevgilerimle

 
eXTReMe Tracker
Directory of General Blogs