Siz yaziyorsunuz, cizgi filmdeki kiz/erkek, konuşarak tekrarliyor.
Turkce dahil dilediginiz dili seçebiliyorsunuz. Sonra, yazarak kizi/erkeği konusturabilirsiniz. http://www.oddcast.com/home/demos/tts/tts_example.php |
kendinden yola çıkıp hayatı tanımaca.. Arkadaşlık, sohbet .. spontane, ... sade..
Turkce dahil dilediginiz dili seçebiliyorsunuz. Sonra, yazarak kizi/erkeği konusturabilirsiniz. http://www.oddcast.com/home/demos/tts/tts_example.php |
zaman: 4/06/2009 04:20:00 ÖÖ 0 selam
Gece olunca, insanlar maymuncukları nı ve fenerlerini yanına alır ve komsusunun evini soymaya gidermis. Gün dogarken geri döndüklerinde yüklerini alırlarmıs. Ama her seferinde kendi evlerini de soyulmus bulurlarmıs. Ülkede kimse kaybetmezmis, çünkü herkes birbirinden çalar ve bu dolasım son kisi ilk kisiden çalana kadar sürermis. Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmıs. Gece oldugunda, çanta ve fenerle dısarı çıkmaktansa evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş. Hırsızlar geldiğinde evde ışık yandığını görüp soymak için içeri girmezlermiş. Ve bu durum bir süre devam edince, ahali bir konunun açıklığa kavuşmasını istemiş: 'Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya hakkın yok.' demişler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri evinden çıkar, fakat hiçbir şey çalmaz, döndüğü zaman evini hep soyulmuş bulurmuş. Adamın bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek tek bir şeyi kalmamış ve ülkeyi terketmek zorunda kalmış. Daha iyi soygun yaparak zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zengin fakir ayrımı giderek çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için polis teşkilatı ve hapishaneler kurmuşlar ve kendi mallarının çalınmasını yasa dışı ilan etmişler. Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş. Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da ülkeyi terketmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise soyacak kimse kalmadığı için servetlerini yitirmeye başlamışlar. Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler.Ancak dürüst adamın evine gittiklerinde sadece yerde yazılı bir kağıt varmış.Kağıtda şunlar yazıyormuş: ' Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa her şey için çok geç olmuş demektir...' 'BIR MİLLET UYUYORSA UYANDIRMAK KOLAYDIR. UYUMUYOR DA UYUYOR GİBİ YAPIYORSA NE YAPSANIZ NAFİLE, UYANDIRAMAZSINIZ. ' (Indra Ghandi) |
zaman: 4/06/2009 04:14:00 ÖÖ 0 selam
zaman: 4/06/2009 04:10:00 ÖÖ 0 selam
Amerikan Diyetetik Derneğinin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, karaciğerin vücudun en büyük ve metabolik açıdan kompleks organı belirterek, ''Vücutta karaciğer yağlanmasının azaltılması için değişik renkte meyve tüketilmeli'' dedi. |
zaman: 4/06/2009 04:05:00 ÖÖ 0 selam
Bir süreden beri internette mail gruplarında dolaşan bir mail var. İçeriğine baktığınızda bir takım bilgilerin toplandığı ve bunların "ilkler" diye sunulmasından ibaret. AKP Genel Merkezi'nin canını oldukça sıkan bu maili bugüne kadar tam 7 milyon internet kullanıcısı okumuş. Yahoo ve Gmail mail gruplarında şu sıra en popüler içeriklerden birisini bu mail oluşturuyor. .. "Türkiye'deki icraatlarının unutulmaması ve bakar körlerin gak guk etmemesi |
zaman: 4/06/2009 04:01:00 ÖÖ 0 selam
Geçtiğimiz günlerde bir toplantıda eski Cumhurbaşkanları'ndan Demirel'e, ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş. Demirel de soruyu yönelten kişiye:"Bak sana bunu bir fıkrayla anlatayım da pazar neşesi olsun" demiş. Demirel'in anlattığı fıkra : Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'Hani bizim ördek?' Bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş... Onun şikáyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: 'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...' Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da Karakuşi Kadı, 'Tamam' demiş, 'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' Kadı dönmüş Yahudi'ye: 'Senin şikayetin ne?'Bre… |
zaman: 4/06/2009 03:55:00 ÖÖ 0 selam
1 Mart`tan itibaren geçerli olmak üzere, Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı ve Avrupa Sivil Havacılık Konferansı kuralları gereğince havayolu ile seyahat edecek yolcuların seyahatleri esnasında uçak içinde yanlarında bulunduracakları el ve kabin çantalarında taşıyabilecekleri sıvılarda kısıtlamaya gidilmiştir. Gümrüksüz mağazadan veya uçuş esnasında satın alınan sıvı ürünler görevli tarafından faturası ile birlikte özel poşete konulacak ve poşetin ağzı yapıştırılacaktır. Bu poşet ve ürüne ait fatura güvenlik kontrol noktasında kontrol edildikten sonra, uçağa alınmasına müsaade edilecektir. Her yolcu 1 adet plastik poşet taşıyabilir ve poşet içindeki her bir ürün maksimum 100 ml olabilir. Son varış noktasına başka bir havaalanında aktarma yaparak seyahat ediliyorsa, mağazada veya uçakta verilen özel gümrüksüz alışveriş torbasının son inilecek havaalanına kadar açılmaması gerekmektedir. Aksi halde aktarma yapılan alanda poşetin içeriğine el konulabilir. *Su, şurup, içki dahil her türlü sıvı, kremler, losyonlar, yağlar, parfümler, maskara ve benzer makyaj malzemeleri, traş köpükleri, deodorantlar, her türlü macun kıvamındaki maddeler, reçel veya bal gibi tam katı olmayan yiyecekler, kontak lens sıvıları, şampuanlar ile bu maddelere benzeyen diğer maddeler. Check-in'e verilen uçakaltı bagajda herhangi bir sıvı kısıtlaması uygulanmadığı için, çantalarınızı hazırlarken uygulamaya giren kısıtlamaları göz önünde bulundurarak, sıvı ürünleri uçakaltı bagajlarınıza koymanız önerilmektedir. Bebek ile seyahat eden yolculara mama/süt veya ilaç kullanımı zorunlu olan kişilere ilaç için, seyahat süresince yeterli olacak miktarda ve orijinal ambalajında bulundurmaları için istisna uygulanabilir, ancak kontrol noktasında mama veya ilacı tatmaları veya hastalığı/ilacı belgelendirmeleri istenebilir. Düzenlemeyi bilgilerinize sunarız. |
zaman: 4/06/2009 03:52:00 ÖÖ 0 selam
Kargo Şirketlerinin sayısı çok fazla , fiyatları da ucuz değil... |
zaman: 4/06/2009 03:51:00 ÖÖ 0 selam
> "Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!" > > Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün > "kibrit kutusu kadar" reçetelerini çöpe atın! > Prof.Dr. Kenan Demirkol, A'dan Z'ye akıllı > beslenmenin matematiğini anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, > demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; > çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında > yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak > zor ama, işe evlerimizin kapısından başlayabiliriz! > > Prof. Dr. Kenan Demirkol genel cerrah. Muayenehanesinin > kapısında "prof." yazmıyor. "Ben > üniversitede hocayım, burada hekim" diyor. Söz bir > ara "kronometreli doktorlara" geldiğinde, yani 15 > dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite ücretini > alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat takmıyor, > "dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin > ederim" diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından > ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir > "akıllı beslenme" uzmanı. Bunu bir insanın > tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal > boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir? İlk > aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık. Özellikle > kadınlarda modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 > arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak. Doğru > mudur? "Kibrit kutusu kadar" reçetelerini bir > yana bırakıp, Demirkol'a: "Neden düşmandır şu > ünlü üç beyaz?" diye sorduk. O, şekerle > başladı. > > "ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ > PARALEL" > > DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme > alışkanlıkları sonucu oluşan kronik, aslında > önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum > sağlığı sorunu haline gelmiştir. ABD'de 20 yaş > üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya şişman ya daha da > ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp > hastalığı, 11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 > milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp > hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş > gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon > olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim > bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır. > Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi > Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere > dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların > şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin > artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir > örtüşüyor. Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, > şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan > kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. "Şeker yiyeyim > oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım" > demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına > gereksinim yoktur. > "12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR" > - Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli > miktarlarda yemeleri doğru değil mi? > - Asla doğru değil. > - Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız? > - Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki > toplar. Şeker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir > kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. > İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o > oranda olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri > 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle > tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. > Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Şimdi > 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı. > Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir > doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet. Bir > de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık > yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma > süreci olarak kabul edilir. 60'lı yaşlarda > görülmesi beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki > çocuklarda tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede > şekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak > alışkanlığıdır. > "KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR" > - Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu? > - Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat > içeren bitkiden vücut elde ediyor. Kanser hücresi de > şekerle besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla > şeker yememeli. > Şeker pancarından veya şeker kamışından elde > ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden > oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez > vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan > şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan > şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu > bildiği için korkudan hemen insülin salgılar. Çok fazla > miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin > salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir > enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama > insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az > enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde > bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin > aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker > depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu > 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, hiç boş > kalmıyoruz çünkü. İnsülin bu şekeri alacak ve yağa > dönüştürecek. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker > vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak. > İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu > salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir > derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker > yemenizin de önüne geçmiş olur. > Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda > insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca > yiyebiliriz. Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda > metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin > içine katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir. Günde > bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür. > Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer > yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun > yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika'da alkole > bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına > dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor. > "MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME" > - Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek. > - Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram > şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında > hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 > parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir > matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş > olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda > etmiş oluyoruz. > - Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi? > - İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun > dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı. > - Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete > çıkartabilirler mi? Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim > diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar > bunu? > "HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ..." > - Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben > böyle ve de çok keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde > sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün. > - Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre. > - Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz > besliyoruz. Tıkıyoruz ahırlara "şunu > yiyeceksin" diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz. > - Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı > olanı seçer yerdi. Filler örneğin hastalandığı zaman > belli ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine. > - Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi > bütün o rambo görüntüsüyle Amerika'da en aklı > başında valilerden biri oldu. İki büyük atılımı > oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını > yasakladı. İki; patates cipsinin üzerinde, > "öldürücüdür" yazısı konuyor. > AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE... > - Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz? > - Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım > mısırdan şeker elde etmek. 1920'li yıllarda Amerikan > başkanı "benim köylüm mısırdan kalkınacak" > fetvasında bulundu. Gerçekten de çok büyük teşvikler > verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır > ekiminin yüzde 40'ı Amerika'dadır. Bunu sadece > hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda tüketemeyince > değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan şeker > elde etmeyi keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu > yöntemin üzerine. Artık şeker endüstriyel. Sıvı > olduğu için paketlenip satılamaz. Ama her türlü > dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz > şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp > dökmüyor. Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz > şerbeti geliyor. > KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI > - Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp > çiziliyor. > - Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye > ulaşmanın en zor olduğu çağdayız. Çünkü, ekonomik > kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerine binmiş > durumda. O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe > ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz. > Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa > dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca > eskir, bu paslanmanın bilimsel adı oksitlenmedir. > Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaşlanır. > Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici > maddeler alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten > bu sistem bizim organizmamızın yaşlanmasını belirleyen, > hastalanmasını, kanser gelişimini belirleyen ana faktör. > Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol > anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana nesne > olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatının > gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz > kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı. > "KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ" > - Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. > Bunun modası olur mu? > - Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene > sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra > indirecekler. Aslında, kolesterol masum. Bizler suçluyuz. > Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek oluşturduğumuz > trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor . > Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, yanında da > meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir > zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız > kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite > dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor. > Biz insanlara "kardeşim kolesterol zararlı değil. > Ama oksitlenmesine izin verme" diyeceğimize, ilaç > firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor. Biz > masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri > düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas > insan mantığı ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt. > Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş > yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde > var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada > otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve > hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol > oksitlenmemiş olacak. > ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI > - Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, > süt yapacak da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez > mi tüm bunlar? > - Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep > böyle aldatılıyoruz. "Dünya nüfusu aç. Dünyayı > besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme > ihtiyacımız var." Hayvansal proteini, tek kaynak > olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken > bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile > protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz > ederler. Derler ki "Esansiyel amino asitler > vardır". Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun > üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı > protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; > mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik > olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan > alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni > gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla > birlikte pişiriliyor. > - Antep yöresinin yuvalaması gibi.. > - Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini > tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış > oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve > karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler, > mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından > ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir hayvanın > sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacımız var. > Türkiye'de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir > eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir > kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az > özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, > protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, > baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri > "biz dünyayı nasıl doyuracağız" yalanıyla > kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları > meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı > şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar > küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve > mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten, > hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker > hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli. > İNEK NE YEMELİ > Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay > beslenende hiç yoktur . Doğal beslenen ineğin sütünde > damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda > vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün > oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde > dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan > olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen > kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. > Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada > beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu > vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin > kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur > kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda > ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü > dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal > sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama > batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde > edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti > arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor. > Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla > barışığım, ne de AB'dekiyle. Ekolojik hayvancılık > denince akla "ekolojik tarım sonucu elde edilmiş > ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz > ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya > da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, > mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok. > - Demek Amerika'dakilerin varmış. > Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal > tarımla elde edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi > yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının > sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran > tarzda, mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik > hayvancılık dediğimizde yasalarımızın buna göre > organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe > özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle > beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. > Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı > olmasını sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden > yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir. > İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir. > HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ > - Ne fark var arasında? > -. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. > Bu hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir > yağ bir de protein. Bu hücre zarındaki yağ ana madde > olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz > yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da > yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 > kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür > balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 > alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ > asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. > Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip > çok omega-6 aldığımız için artık omega-3'e enzim > kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında > kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor. > Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar > da 3'e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli > doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. > Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da > omega-3 ve omega-6'dır. Bundan 40-45 yıl öncesi > omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma > söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını > tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi > kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda > düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı > olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. > İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan > herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz. > DEPRESYONUN ÇARESİ > - İkisi arasında denge mi, fark mı önemli? > - Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, > almış olduğumuz azıcık omega-3'ü de > değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3 > olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı > da omega-3'ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi > bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onla > hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan > araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres > komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla > örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya uçacak. > - Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım. > - Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda > depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans > artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 > olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz. > ÇAY VE ZEKA > - Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi? > - Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında > Türkiye'nin yarısı aptaldır lafı çok tepki > yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama > Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, > kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik > yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz > Nesin haklıydı. > Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. > Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer > taraftan çay iyi bir anti oksidan. > - Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu? > - Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. > Yemekten hemen sonra çay içilebilir. > - Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra > içmek gerektiği söyleniyor. > "ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!" > - Üç saat. Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. > Çünkü hayati bir olay. Omega-3'ün eksikliği > insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların > sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın > artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin > damarının pıhtıyla tıkanıp "inme" veya > "enfarktüs" olmasına yol açıyor. Bir yandan > omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten > balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok > tükettiğimiz için omega-3'ün yolunu kesiyoruz. > Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı > kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, > kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının > oluşumunu kolaylaştırıyor. > - Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal > yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı? > - Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ > asidi içerdiği için. Mesela zeytinyağı omega-9 > yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün > emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği > yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında > maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ > asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri > diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek > damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi > beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi > bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep > oluyor. > "ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI" > - Acaba "tadı güzel" dediklerimiz bize > dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir? > - Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman > size itiraz etmedi mi, "benim annem böyle > yapıyor" diye? > - Ben güzel yemek yaparım. > - Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan > alıştığı damak tadını arıyor. Belki dünyanın en > kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu > arıyor. > - Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin > kavramı bile ne kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir > değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da > dayatılan değerler var . Kola ya da hamburger için > "bak bu güzeldir" deniyor çocuklara. > - Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih > ediyorum. Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba > adaylarıdır. > SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER) > "Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 > gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve > dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok > aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve > yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden > elde etmiş olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları > da feda etmiş oluyoruz." > "Türkiye'de gençlerde inanılmaz bir demir > eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir > kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az > özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, > protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, > baklagilden alıyorum zaten." > "Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl > doyuracağız' yalanıyla, hayvanları meralardan > ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker > hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein > yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. > Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay > beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde > damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda > vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine > yol açar. > Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne > kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik > asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri > yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin > sütünde bu hiç yoktur. > Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış > bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun > yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün > eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu > söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor. > Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal > deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan > her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi > ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize > fayda gelmiyor. > Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış > yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. > Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. > Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra > birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. |
zaman: 4/06/2009 02:08:00 ÖÖ 0 selam